Çarşamba, Ekim 19, 2011

Bakire Artemis

Mitolojide, Artemis'in Orion'la büyük bir aşk yaşadığı anlatılır. Efsaneye göre Artemis günün birinde uzun boylu, iri yapılı, çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi ama Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "oraya kadar okunu gönderebilir misin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin başı olabileceğini bilmiyordu. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi bulmuştu ve Artemis bilmeden, sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz, geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu (Artemis Ay'ı temsil eder). Sonunda bir gün babası Zeus'un yanına giderek, ondan Orion'u bir takım yıldızı olarak gök yüzüne çıkarması istedi. Zeus da kızının bu arzusunu yerine getirdi.






Salı, Ekim 11, 2011

Bu Bir Film Değil!

Bu gerçekten bir film değil, bir direniş ve belki de bir umut İran sineması adına.
İran hükümeti, Filmekimi programında gösterimde olan "Bu Bir Film Değil"(In Film Nist)'in yönetmenleri Cafer Panahi ve Mojtaba Mirtahmasb'ın yurtdışına çıkmasına yasak getirdi. Panahi, 20 yıl film çekmeme ve 6 yıl hapis cezasına çarptırıldığı halde, bir gün boyunca çekmek istediği filmi anlatıyor ve Mirtahmasb da bu görüntüleri kaydediyor. Panahi, çekmek istediği senaryoyu izleyiciyle buluşturuyor, film zihnimizde oluşmaya başlıyor, Panahi anlatıyor, biz filmi izliyormuş gibi hissediyoruz adeta. Bir sanatçının özgürlüğünü, onun bedenini hapsederek kısıtlayamazsınız. Düşünceleri hala özgürdür ve hayalidir her zaman bir kurtuluş yolunu bulmak. Panahi de bu kurtuluş yolunu arıyor, pastanın içine yerleştirilmiş bir usb bellek ile. İran hükümetine yakalanmamak için bir pastanın içine yerleştirilen usb bellek içindeki film, Cannes Film Festivali'nde gösterilmek üzere yola çıkıyor. Böylece düşünceler özgürlüklerini ilan ediyor. 
Sanatçı, dört duvar arasında bile film yapmayı düşünüyor ve bu düşüncesini gerçeğe döküyor. Bu film belki de tutuklu olan İranlı sanatçıları temsil ediyor, büyük bir direnişin habercisi olarak da nitelendirilebilir. 
‘Bir film anlatılabiliyorsa eğer onu görüntüye aktarmanın ne anlamı kalırdı’ sorunsalı da devreye giriyor bu noktada.  Kendi zihnindeki görüntüleri azat ediyor bir bakıma, bedeni hala hapsolmuşluğu yaşarken. Seyirci kendi hayal gücünü kullanarak oluşturuyor filmi, ilk kez bir film seyirci tarafından canlandırılıyor zihinde. Belgesel tadında başlayan film, çok sonraları tipik bir Panahi filmine dönüşüyor adeta.  Başta Cannes Film Festivali olmak üzere, Türkiye’de ve birçok ülkede festival programına dahil edilmesi, yönetmenlerin bu festivallere davet edilmesi - her ne kadar İran hükümeti tarafından yasaklanmış olsa da- bu direnişe büyük ölçüde destek olunuyor.  Bu kez pastanın içinden sürpriz bir dansçı çıkmıyor ama bu film bir dansçının tüm kıvraklığını, figürlerini, kısacası soyutluğun vücut bulmuş halini yansıtıyor. Mutlaka izlenmeli, bu pasta özgürlük kokuyor adeta…

Salı, Ekim 04, 2011

Aforizmalar

“En dramatik sahneler insanın (roldeki karakterin)insana
(izleyiciye) ayna olduğu anlardır. Yapılan tüm eylemler tek bir amaca hizmet eder: İnsanın kendi özüne dönüşüne.”




İnsanın kendi özüne dönmesi yani yaratılışındaki o ilk anına. Tüm çıplaklığıyla dünyaya fırlatıldığını ve yaşamının amacını hiçbir zaman unutmayacağı ana. Yaşamın kademelerinden geçip en üst seviyeye ulaşmak, mükemmelliğe biraz da olsa yaklaşmak.

Süslü kelimelerle olacak iş değil; burada edebiyat yapmıyoruz, sinema yapıyoruz. Konumuz senaryo, ödevimiz birtakım aforizmaları açıklamak. Neden film izleme gereği ya da üretme gereği duyuyoruz? Sinema bizim için ihtiyaç mı, kazanç mı yoksa bir eğlence mi? Hepsi de olabilir. Öncelikle filmler hayvanlar izlesin diye çekilmiyor, tabiî ki de insanı amaçlamalı. Yukarda bahsettiğim
gibi, yaşamın kademelerinden geçmek ve insanın o çıplaklık halini hatırlatmak için esas alınır. Bilinçli veya bilmeyerek. Rastlantıya inanmam
ne olması gerekiyorsa o olur. Düşünceyle kontrol mekanizması.
Sen istersin olur, istemezsin olmaz. Sinema önce toplumu değil insanı hedefler. Hiçbir toplum başrol oyuncusu olmamıştır bugüne dek. Tek bir kahraman vardır o da ana karakterdir. Senaryonun bel kemiğidir bir nevi. Dramatik yoğunluğun en çok olduğu bölüm olarak nitelendiriliyor insanınkendini tanıması ve kendine yönelmesi. Ingmar Bergman’nın Persona’sı bunu iyi ifade ede-biliyor aslında. Bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz, bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri, onun güler yüzlü, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, örneğin evinde, işyerindekinin tam tersi bir halde olabilir. Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?  Normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkansız değildir. Ve işte tam burada devreye giriyor Persona.
İki ruhu aynı bedene yerleştirmek yani iki insanın aynı anda tek ve ayrı insan olabilmesi sorunsalı. İşte aforizmamızı açıklar bir sonuç. İnsanın insana ayna olması durumu, görüntü aynı fakat yönleri farklı. Birinin sol gözü diğerinin sağ gözü oluyor aynı zamanda da sol gözünün aynada yansımasını görüyoruz. Aslında filmdeki ana karakter de bizi temsil ediyor her anlamda olmasa da. Yazıyı toplarsak; bu aforizma belki de sinemanın niçin olması gerektiğini açıklıyor kendi içinde. İnsanda farkındalık duygusunu uyandırıyor, kişi farkındalığının farkına varıyor. Bu da öze dönmeyi kolaylaştırıyor. O zaman “Yaşasın Sinema”