Cumartesi, Aralık 10, 2011

İki ucu..

İki ucu boklu değnek
Gitsem suç gitmesem suç, değneğin ortasından tutup bokları sana savurmak kalıyor geriye bir tek
make your choice live or die ?
Ha bir de Teenage Mutant Ninja Turtles.
Bir dakika doktor bey geliyorum,
Evet, değneğin ortasından tutup, ne gitmeyi ne gitmemeyi seçmiş oldum,
bu işi de yüzüme gözüme bulaştırmadan.
Az gittim, gideceğim yere varmadan, az gittim.
bu sefer değneğin iki ucundan da tuttum,
malum bokları çoktan sana fırlatmıştım,
Az gittim, uz gitmedim ama,
gittim ama sana değil,
şimdi o değnekle istediğini yapabilirsin...

Ümit Basen

Hipotenüs

Başlığa neden hipotenüs dedim bilmiyorum, bir istem dışı hareket olarak nitelenebilir. Sıkılmış bulunmaktayım, siz de palyaçolardan sıkılmadınız mı ? Her gün aynı yemeği, her gün aynı insanları görmekten. Şahsen ben çok sıkıldım. Amacım yok her zamankinden daha çok, bir amaç yok. Halbuki ben maydanozlardan nefret ederdim, lakin şöyle izah ediyim, dişimin arasına kaçıyor, evet gerçek bu. Dönersen ıslık çal, kime döneyim nereye döneyim şaşırdım. Semazen miyim ? Hayır değilim, dönme hiç değilim. Köşeyi dönersem yine de aynı insan olur muyum ? Geyikleri ayrı bir seviyorum. Noel babayı küçüklüğümde hep bir porno yıldızı sanırdım. Dik açının karşısındaki kenar hipotenüs, üstelik pisagorun karısı da hipo. Ben de 30 derecenin karşısındaki açıya fk adını verdim. 30-60-90 üçgeninde, 90-60-90 ölçülerinde bir hatun düşünün. Sonra bunu resmedin ve maydanozları çiğneyin, bırakın düşünüzde kalsın, yazım yanlışı yok, bırakın düşünüzde kalsın.
Bütün bunlar düş

Salı, Aralık 06, 2011

Düşlerimin Açıldığı Kapıdan

Düşlerimin açıldığı kapıdan;

“Karanlığa boğulmuş sarıya çalan başaklar
Güneş doğuyor , başaklar havaya savruluyor
Gökyüzünü sarmış bulutlar, beyazlığa bırakıyor kendini mavi.
 Bulutların içinde yemyeşil  bir ağaç, hapsolmuş,
Ve bir deniz, okyanusa koşuyor.
En güzel manzara, onun gözleri…”

bakıyorum…


Çarşamba, Ekim 19, 2011

Bakire Artemis

Mitolojide, Artemis'in Orion'la büyük bir aşk yaşadığı anlatılır. Efsaneye göre Artemis günün birinde uzun boylu, iri yapılı, çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi ama Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "oraya kadar okunu gönderebilir misin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin başı olabileceğini bilmiyordu. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi bulmuştu ve Artemis bilmeden, sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz, geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu (Artemis Ay'ı temsil eder). Sonunda bir gün babası Zeus'un yanına giderek, ondan Orion'u bir takım yıldızı olarak gök yüzüne çıkarması istedi. Zeus da kızının bu arzusunu yerine getirdi.






Salı, Ekim 11, 2011

Bu Bir Film Değil!

Bu gerçekten bir film değil, bir direniş ve belki de bir umut İran sineması adına.
İran hükümeti, Filmekimi programında gösterimde olan "Bu Bir Film Değil"(In Film Nist)'in yönetmenleri Cafer Panahi ve Mojtaba Mirtahmasb'ın yurtdışına çıkmasına yasak getirdi. Panahi, 20 yıl film çekmeme ve 6 yıl hapis cezasına çarptırıldığı halde, bir gün boyunca çekmek istediği filmi anlatıyor ve Mirtahmasb da bu görüntüleri kaydediyor. Panahi, çekmek istediği senaryoyu izleyiciyle buluşturuyor, film zihnimizde oluşmaya başlıyor, Panahi anlatıyor, biz filmi izliyormuş gibi hissediyoruz adeta. Bir sanatçının özgürlüğünü, onun bedenini hapsederek kısıtlayamazsınız. Düşünceleri hala özgürdür ve hayalidir her zaman bir kurtuluş yolunu bulmak. Panahi de bu kurtuluş yolunu arıyor, pastanın içine yerleştirilmiş bir usb bellek ile. İran hükümetine yakalanmamak için bir pastanın içine yerleştirilen usb bellek içindeki film, Cannes Film Festivali'nde gösterilmek üzere yola çıkıyor. Böylece düşünceler özgürlüklerini ilan ediyor. 
Sanatçı, dört duvar arasında bile film yapmayı düşünüyor ve bu düşüncesini gerçeğe döküyor. Bu film belki de tutuklu olan İranlı sanatçıları temsil ediyor, büyük bir direnişin habercisi olarak da nitelendirilebilir. 
‘Bir film anlatılabiliyorsa eğer onu görüntüye aktarmanın ne anlamı kalırdı’ sorunsalı da devreye giriyor bu noktada.  Kendi zihnindeki görüntüleri azat ediyor bir bakıma, bedeni hala hapsolmuşluğu yaşarken. Seyirci kendi hayal gücünü kullanarak oluşturuyor filmi, ilk kez bir film seyirci tarafından canlandırılıyor zihinde. Belgesel tadında başlayan film, çok sonraları tipik bir Panahi filmine dönüşüyor adeta.  Başta Cannes Film Festivali olmak üzere, Türkiye’de ve birçok ülkede festival programına dahil edilmesi, yönetmenlerin bu festivallere davet edilmesi - her ne kadar İran hükümeti tarafından yasaklanmış olsa da- bu direnişe büyük ölçüde destek olunuyor.  Bu kez pastanın içinden sürpriz bir dansçı çıkmıyor ama bu film bir dansçının tüm kıvraklığını, figürlerini, kısacası soyutluğun vücut bulmuş halini yansıtıyor. Mutlaka izlenmeli, bu pasta özgürlük kokuyor adeta…

Salı, Ekim 04, 2011

Aforizmalar

“En dramatik sahneler insanın (roldeki karakterin)insana
(izleyiciye) ayna olduğu anlardır. Yapılan tüm eylemler tek bir amaca hizmet eder: İnsanın kendi özüne dönüşüne.”




İnsanın kendi özüne dönmesi yani yaratılışındaki o ilk anına. Tüm çıplaklığıyla dünyaya fırlatıldığını ve yaşamının amacını hiçbir zaman unutmayacağı ana. Yaşamın kademelerinden geçip en üst seviyeye ulaşmak, mükemmelliğe biraz da olsa yaklaşmak.

Süslü kelimelerle olacak iş değil; burada edebiyat yapmıyoruz, sinema yapıyoruz. Konumuz senaryo, ödevimiz birtakım aforizmaları açıklamak. Neden film izleme gereği ya da üretme gereği duyuyoruz? Sinema bizim için ihtiyaç mı, kazanç mı yoksa bir eğlence mi? Hepsi de olabilir. Öncelikle filmler hayvanlar izlesin diye çekilmiyor, tabiî ki de insanı amaçlamalı. Yukarda bahsettiğim
gibi, yaşamın kademelerinden geçmek ve insanın o çıplaklık halini hatırlatmak için esas alınır. Bilinçli veya bilmeyerek. Rastlantıya inanmam
ne olması gerekiyorsa o olur. Düşünceyle kontrol mekanizması.
Sen istersin olur, istemezsin olmaz. Sinema önce toplumu değil insanı hedefler. Hiçbir toplum başrol oyuncusu olmamıştır bugüne dek. Tek bir kahraman vardır o da ana karakterdir. Senaryonun bel kemiğidir bir nevi. Dramatik yoğunluğun en çok olduğu bölüm olarak nitelendiriliyor insanınkendini tanıması ve kendine yönelmesi. Ingmar Bergman’nın Persona’sı bunu iyi ifade ede-biliyor aslında. Bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz, bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri, onun güler yüzlü, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, örneğin evinde, işyerindekinin tam tersi bir halde olabilir. Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?  Normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkansız değildir. Ve işte tam burada devreye giriyor Persona.
İki ruhu aynı bedene yerleştirmek yani iki insanın aynı anda tek ve ayrı insan olabilmesi sorunsalı. İşte aforizmamızı açıklar bir sonuç. İnsanın insana ayna olması durumu, görüntü aynı fakat yönleri farklı. Birinin sol gözü diğerinin sağ gözü oluyor aynı zamanda da sol gözünün aynada yansımasını görüyoruz. Aslında filmdeki ana karakter de bizi temsil ediyor her anlamda olmasa da. Yazıyı toplarsak; bu aforizma belki de sinemanın niçin olması gerektiğini açıklıyor kendi içinde. İnsanda farkındalık duygusunu uyandırıyor, kişi farkındalığının farkına varıyor. Bu da öze dönmeyi kolaylaştırıyor. O zaman “Yaşasın Sinema”

Çarşamba, Eylül 28, 2011

Benim Sinemam

“Benim için tek gerçekçi kişi, hayalperest olandır. Çünkü o kendi gerçekliğinin tanığıdır.” Fellini



Her şey bir düşünceden ibarettir. Düşüncenin gücü de hayal ettiklerimizde saklıdır. Hayal, düşüncenin diğer adıdır belki de. Einstein, dünyayı hayal gücü döndürür sözüyle de bunu kanıtlar niteliktedir. Jean-Pierre Jeunet küçük yaşlarda bu hayallerini kağıtlara yazıp değersiz bir kutuya atarmış, o büyüdükçe hayalleri de olgunlaşırmış. Ve bir gün sırf hayallerden oluşan bir film çıkmış ortaya “Kayıp Çocuklar Şehri”.

Oysa bu düşünceleri onun için hayalden ibaret değildi, bu yüzden sakladı tüm hayallerini. İnsan hayallerini niye saklar, saklar ama nasıl saklar? Bir daha hatırlamamak için derinlerdedir hayalleri, oysa şimdi hayaller kağıtlara dökülmüştür. Gerçekliğe bir adım daha yaklaşmıştır. Jean-Pierre o kağıt parçalarını beyazperdeye aktararak gerçeklik kazanmalarını sağlamıştır.


Yıllar sonra karşılaştığım ilkokul hocam, tam da bununla ilgili bir anımızı anlattı. “Hırslı bir çocuktun, çok hırslı. Başaracağını biliyordum, daha o zaman bana kafa tutuyordun. Bir keresinde bana dünyanın döndüğünü bile gördüğünü söylemiştin. Hiç kimse bunu göremez demiştim ve sen ‘Sen de hayallerimi göremezsin.’ demiştin.”


Ve hayallerimi göstermenin tek yolu da sinemaydı.

Sinemanın ya da sanatın toplum için veya diğer nedenler için yapıldığını sanmıyorum. Sanat kişiseldir. Örneğin, Fellini dilbalığı filetosu üzerine bir film yapsa bile, bu onunla ilgili olacaktır. Film yapmak, kendini anlatma sanatı olarak karşımıza çıkar. Tüm sanatları içeren bir şölen sunar önümüze sinema.
Filmlerimi bir ressamın özgürlüğüyle yapmak isterim. Çünkü bir ressam, resminin nasıl görüneceğini önceden söylemek zorunda değildir. Burada Fellini’ye katılmamak elde değil.


Film yapmak, rüya görmekle de eşdeğerdir.
Sinema, rüyanın dillerini kullandığından beri rüyalar hakkında konuşmak filmler hakkında konuşmak gibi; yıllar saniyeler içinde geçebilir ve kendinizi bir anda başka bir yerde bulabilirsiniz. Bu görüntülerden oluşmuş bir dil. Ve gerçek sinemada, her nesne ve her ışığın aynı rüyada olduğu gibi bir anlamı var.

Hayal gücünü beyazperdeye taşımak tek başına yapabileceğin bir iş değil tabi ki de. Eğer bugün film çeksem, ekibimi bu hayal gücümü anlayabilecek kişiler arasından seçerdim. Örneğin, dünyaca ünlü yönetmen bile olsam Murat Küllü ve Çağrı Bayındırlı'yı filmimin mimarlarından biri olarak nitelendirirdim.
 

Salı, Eylül 27, 2011

Happy Together

Önce sessizlik sarar seni...
      Sonra yağmurla yıkanır gözlerin
             Sonraları o yağmuru beklersin hep
                    Öncesindeki sessizliği unuttursun diye

Savunma Mekanizmaları – Bastırma(Represyon)



Olgun bir egonun bilinçdışını kontrol edebilmesi için oluşturması gereken ilk önemli savunma düzeneği, öncelikle tehlike arz eden dürtüleri durduracak ve onları bilinçdışına bastıracak savunma düzeneğidir. Egonun bu fonksiyonu oluşturabilmesi için belirli bir güce ulaşması, dürtüyü bilinçdışında tutabilme yeteneğine sahip olabilmesi ve orada barındırması gerekir.
Bastırma mekanizması; bilince gelen dürtünün geri gönderilmesi, dürtünün bilinçdışında tutulması, reel olarak yaşanan travmanın bilinçdışına gömülmesi şeklinde ortaya çıkabilir.
Yaşanmış olan travmatik birçok anı unutulma eğilimlidir. Egonun rahatlayabilmesi için yaşanmış olan bu tip anıların hafıza katmanlarının derinlerine gönderilmesi ve çağrışım zincirinden uzak tutulması gerekmektedir. Aktif olarak bilince ulaşamayan bu tip travmatik yaşantılar, bilinçdışında varlığını sürdürecek, bireyi farklı şekillerde varlığından haberdar edecektir. Birçok psişik belirtinin arka planında bu travmatik yaşantıların izdüşümlerini bulmak mümkündür.


***

Bastırma, egonun öncelikli olarak alacağı ilk tedbirdir. Çocukluğumda yaşadığım olayların çoğunu hatırlamamam, kötü ya da utanç verici olayları bilinçdışıma göndermemden kaynaklanır. Kişi farkında olmadan kendini korur, yenilemeye çalışır. Bilinçdışına gönderilen bu anılar, kişi istediğinde bilincine alınır. Örneğin; hayatımdan 3-4 sene kadar kayıp, ne bir arkadaş ne bir hikaye ne de kendi yüzüm aklımda. Fotoğraflara baktığımda, kendim olarak bakmıyorum. Anılar ancak düşünüldüğü zaman ortaya çıkarlar. Ailem tarafından anlatılan çok olay var hatırlamadığım. En basiti, öfkelendiğim zamanlar ve onun yarattığı sonuçlar. İlkokuldayım, okul hayatımın daha ilk haftası ve sağ kolum kırık. Sol elle yazmaya başlıyorum-çalışıyorum-. Öğretmenime yazamadığımı söylüyorum ve beni azarlıyor “yazma o zaman” diyor.
Sürekli bir gözdesi var sınıfta, kıskanıyorum, hak ettiğimi göremiyorum, çocuğun annesi öğretmenime para yediriyor. Bense sol elimle yazmayı başararak, gözüne girmeye çalışıyorum. Olmuyor. Bir teneffüs sınıfın gözdesi çocuğu arka bahçeye çağırıyorum, öğretmen dersi burada yapacakmış diye kandırıyorum. Çocuğu orda bir güzel benzetiyorum, hastanelik oluyor. Çocuğun o halini görene kadar pişman değilim. Ne zaman sinirlenip saldırıya geçsem sonunda bu görüntü geliyor aklıma. İlkokul hocama dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Yıllar sonra karşılaştığımızda anlattığı anılar gayet ilginçti. “Hırslı bir çocuktun, çok hırslı. Başaracağını biliyordum, daha o zaman bana kafa tutuyordun. Bir keresinde bana dünyanın döndüğünü bile gördüğünü söylemiştin. Hiç kimse bunu göremez demiştim ve sen ‘Sen de hayallerimi göremezsin.’ demiştin.” Hala hatırlaması tuhaf, ne yazık ki bu güzel diyalogu hatırlamıyorum. Öğretmenimle her şeyi unutmuş, bilincimin dışına atmıştım. Kötü bir anı, iyi ve güzel anıları da yok etmişti. 

Ruhun ruhla diyaloğu

Ruh der ki;

Denize benzerdin sen

Ve ben de kayaya.
Zamanla aşındırdın yüreğimi
Oysa dimdik duruyordum o her dalgada
Ve bazen med olurdu
Dolunayda sığ suların yükselirdi
Ve ben öyle çok alışmıştım ki sana
Zamanla aşındırdın yüreğimi
Sana baktıkça azaldım ben
Her gün biraz daha eksilmekten
Bilmiyorum parça kaldı mı bende.

Diğer ruh cevabını verir, bir bedene,  gözlerinden içine girerek;

Giderken seni götürdüm dalgalarımla

Giderken aslında kendimi de bıraktım yanında
Sensiz o kadar ıssız ki bu şehir
Akıntılar aşındırıyor insanları yok ederek
Sen ve hayallerden başka
Bir şey kalmıyor geriye
Mesafeler önemini yitirdi aşındıkça yüreğimiz
Kum taneleri biriktirdim denizin ortasında 
Güneyden gelen ılık bir rüzgar gibi
Ruhun,
Gelip konuyor üzerine kumların
Ve bir dalga beliriyor kuzeyden
Sarıp sarmalıyor seni,
Sana baktıkça çoğalıyorum ben,
Şimdi her gece dolunay var gökyüzünde 
Ve daima kabarıyor deniz
Sonsuzluğun rüyasında...

Stanley Kubrick

“Filmin çekilmesi kolaydır, asıl zor olan neyin çekileceğidir.”